MÜZİKritik / Ağustos 2014
ELEŞTİREL VE TOPLUMSAL MÜZİK YAZILARI
Müzik İçeri; Gürültü Dışarı…
…SANATÇIYA SAYGI…
…Bundan yaklaşık 10 yıl önce, 5 Eylül 2004 tarihinde, Sabah Gazetesi’nin 19. Sayfasında bir yazı yayınlandı. Yazının manşeti şöyleydi: HERKES, SANATÇILAR GİBİ ZİNAYA HAZIR DEĞİL.
…Sözün sahibi: Prof. Dr. Zekeriya BEYAZ ve kendisiyle görüşmeyi yapanlar da Reha MUHTAR ve Balçiçek PAMİR idi… Bu talihsiz yazının gazetede yer alışının ertesi günü, İstanbul Basın Savcılığına, yazı hakkında suç duyurusunda bulundum. Suç duyurusunu yaparken maruz kaldığım laubali tutumlar ( öyle demek istememiştir be hocam vb. ), gelecek olan TAKİPSİZLİK kararının habercisi gibiydi!.. Nitekim takipsizlik kararının çıkması çok sürmedi…
Kararda yer alan en ilginç ifade ise; Reha MUHTAR ve Zekeriya BEYAZ’ın adreslerinde bulunamayışları nedeniyle ifadelerinin alınamamış olmasıydı. İstanbul Basın Savcılığı; Reha MUHTAR ve Zekeriya BEYAZ’a ulaşamamayı başarmıştı!.. Şaka bir yana; durum, savcılık açısından İÇLER ACISI gerçekten de. Çalınan minareye kılıf hazırlamak gibi bir kaygı dahi taşımayanların savcı olarak dahi görev üstlenebildiği bir ortamda; tutmuşum SANATÇIYA SAYGI diyorum ben de kendi kendime… Öyle ya; en yaygın gazetelerden birinde, bir Pazar günü tam sayfa bir yazının başlığında tüm sanatçılara, önemli bir profesör tarafından ‘ZİNAYA HAZIRLAR’ deniyor. Konuyla ilgili olarak; sanat camiasından tepki anlamında, boyutunda yaprak kımıldamıyor. Savcı da böyle dalga geçer elbette. Onlar kadar şöhretli, eli-kolu uzun değilim ki şikâyetim kaale alınsın…
Gazetemiz genel yayın yönetmeni Sayın Ümit GEZGİN’in, geçtiğimiz günlerde maruz kaldığı bir davranış ve bu davranışın akabinde kendisi ile sohbetimiz; bana, on yıl kadar sonra, Zekeriya BEYAZ mevzuunu ve sonrasında yaşananları anımsattı.
Ümit Hocamız; özellikle son zamanlarda, pastane, çay bahçesi vb. mekanlarda çayını yudumlarken kamusal alanda resim çiziyor ve bence bulunduğu ortamlara sanatsal, estetik bir değer, anlam katıyor. Bu konuda, bugüne kadar, işyeri yetkilileri kaynaklı bir sorun da yaşamamışken; geçen gün kendisini hayli öfkeli ve üzgün gördüm. Daha önce birlikte de defalarca oturduğumuz Kalamış’taki Soley Pastahanesi’nde resim çizerken; yetkilinin, o sırada pastahanede bulunan diğer insanların da duyacağı şekilde “Burası atölye mi?”, “Atölyeniz yok mu?”, “Yerler kirlenmez mi?” vb. sözlü tacizine maruz kalınca, kendisi, soluğu Kartal Adliye’sinde almış; suç duyurusunda bulunmak için dilekçe yazmış ama mesai bittiği için dilekçeyi vermemiş. Bence iyi ki de vermemiş çünkü haklı olduğu bir mevzuda en üst makamca dikkate alınmaması, insanı daha çok yaralıyor. Eğer suç duyurusunda bulunmuş olsaydı Ümit Hoca da, sonrasında büyük olasılıkla gelecek takipsizlik kararı ile daha da üzülecekti. Ne de olsa; adalet mekanizmamızın BÖYLE UFAK TEFEK SORUNLARA ayıracak zamanı ve enerjisi bulunmamakta ne yazık ki!..
10 yıl öncesine dönecek olursak; yiğidi öldürürken hakkını vermek açısından o tarihlerde, ilkokul öğrencilerine hemen, o anda yazılı olarak yanıtlamalarını istediğim SANATÇI KİME DENİR? Sorusuna gelen yanıtlardan yalnızca iki tanesini (ilkokul dörde giden iki kız çocuğunun yanıtları) de paylaşmak isterim.
- Sanatçı: ŞARKI SÖYLEYİP DANSEDEN SEKSİ BAYANLARA DENİR…
- Sanatçı: SEKS GİYİNEN VE HİÇ OKUMAYAN KİŞİYE DENİR…
Bu yanıtlardan hareket ile; medya okuryazarlığının eksikliğinden, düzeysiz magazin haber???lerine, yalnızca EĞLENDİRİCİ olmalarına karşın medyada sanatçıymış gibi sunulan bazı fenomanlare kadar uzanan geniş bir yelpazede değerlendirildiğinde; Zekeriya BEYAZ da, çok rahatlıkla; “KARDEŞİM SÖYLEYENE DEĞİL, SÖYLETENE BAKIN” dahi diyebilir. Dikkatle ve titizlikle incelenmesi gereken mesele; MUSTAFA KEMÂL imizin “Her şey olabilirsiniz ancak sanatçı olamazsınız” dediği günlerden, Zekeriya BEYAZ’ın “Herkes sanatçılar gibi zinaya hazır değil” dediği günlere neden ve nasıl geldiğimiz; kimler tarafından getirildiğimiz olmalıdır!..
İlk ve orta seviyelerdeki eğitim öğretim kapsamında, onyıllardır topyekün nitelikli sanat eğitimi veril(e)mediği için; konu, istisnasız tüm hükümetlerce (şu parti, bu parti, şu görüş, bu görüş ayırımı yapılmadan) gereğince ciddiye alınmadığı ve çözüm odaklı eğitim politikaları izlenemediği için; sistemimizde yetişen çocuklar, büyüyüp KOCAMAN KOCAMAN bürokratlara, yetkililere dönüştüklerinde (istisnaları elbette tenzih ediyorum…) sanatsal bağlamda YONTULMAMIŞ, EĞİTİLMEMİŞ bireyler olarak bulundukları yakın çevrede sanatsal duyarlılığın, estetiğin hakim olmasını çok da önemsememişlerdir / önemsememektedirler… Bu durum; tepeden aşağıya doğru dalga dalga yayılmakta sanat ve sanatçı algısı ‘AJDAR kapkara mizahı’ düzeyine kadar inebilmektedir.
Ümit Hoca gibi SON KİŞOT lar da; tüm yozlaşmalara, olumsuzluklara karşın misyonlarından taviz vermemeye çalışarak aslında güçlü birer umut ışığı olmaktadırlar. Bence de; Ümit Hoca gibi davranmak en doğrusu. İnsanların boş boş dedikodu yaptığı, anlamsızca etrafı seyrettiği kamusal alanlarda malzemelerini çıkarıp resim yapmaya başladığı anda başıboşluğa, her türlü yozlaşmaya, fırçası ile, sanatı ile savaş açan bir savaşçıya dönüşüyor Ümit GEZGİN. Bu noktada; yaşadığı boşluğun farkında olan ve yalnızca popüler olana adeta taptırılan kuru kalabalık tedirgin olmasın da kim olsun Ümit Hocam?..
Kuru kalabalığı, o pastahane yetkilisini vb. insanları asla dışlamıyorum. Hatta; Ümit Hoca zaman zaman üzülse de, bu yaşananlar aracılığıyla, Ümit Hoca’nın o insanlara bir tür açıkhava eğitimi, zamanında alamadıkları bir tür sanatsal terbiye verdiğine inanıyorum.
Tepkisizlik had safhada ve insanlar, tepki veren(ler) haklı dahi olsa; “şimdi neden tatsızlık çıkarıyor ki?” şeklinde dahi yaklaşabilmekteler. Bu durum da; sanatçının taşıması gereken özgürlükçü ve anarşist yanını ciddi anlamda törpülemekte; sanatçı algısı da giderek TEK TİP, DEVLET MEMURU görünümlü bir yapıya bürünmektedir.
Bir müzik insanı olmama rağmen yadırgadığım, daha önce defalarca dile getirdiğim bir başka hususu da, SANATÇI mevzuu açılmışken bir kez daha ifade etmekte yarar görüyorum. Bunu da; en özgürlükçü olması, gereken tepkileri herkesten önce vermesi gereken (ALNINDA IŞIĞI İLK HİSSEDEN!..) kişiler sanatçılar olduğu için yapıyorum. Konu, rahmetli Zeki MÜREN’in yaygın biçimde ‘SANAT GÜNEŞİ’ olarak anılışı (tüm mirasını bırakmış olduğu Türk Eğitim Vakfı ve Mehmetçik Vakfı dahi böyle anmaz iken!..)… Daha önce defalarca, detaylı olarak yazdığım için, bu yazıda yalnızca TÜRKİYE CUMHURİYETİ SANAT CAMİASI MENSUPLARI nın çelişkili tepkisizliklerini vurgulayan düşüncemi bir kez daha paylaşmakla yetineceğim: Zeki MÜREN’in sanatçı yönüne elbette lâf söyleyemem, bunu aklımdan dahi geçirmem ama ‘sanat’, tüm dallarıyla bir bütün iken; sanatın tüm dalları eşit değerde iken “Bir ülkenin sanat güneşi’ ünvanı, bir tek kişiye, kim tarafından, neden ve nasıl verilebilir?? Buna kim, ne hakla, nasıl CÜRET EDEBİLİR??” sorusunun bana gelene kadar defalarca sorulmuş olması ve bugün halâ bu YANLIŞ ALGI nın sürmesinin önlenmiş olması gerekirdi… İlerde; yalnızca bu konu hakkında bir yazı hazırlayacağımı tahmin ediyorum. Bu yazı kapsamında ise şunu sormak istiyorum: Onca sanat dalı ve her birinde gerek yurtiçi gerekse yurtdışı boyutlarda çok büyük başarılara, eserlere sahip yüzlerce sanatçı mevcut iken; neden müzik dışı alanlardan bir kişi dahi çıkıp “NEDEN SANAT GÜNEŞİ ÜNVANI BİR MÜZİK İNSANINA VERİLİYOR?” sorusunu sormamıştır?!? Daha da önemlisi; bunca sanat dalı var iken, yalnızca bir daldan bir kişiyi sanat güneşi ilân etmek akla, mantığa, doğaya ters değil midir?!?
Baştaki konuya dönecek olursak; Ümit GEZGİN Hoca’nın maruz kaldığı tacize yönelik hassasiyeti, çok anlamlı, önemli ve değerli bir duyarlılık örneğidir. Kendisini biraz üzmüş olsa da; bu devirde böyle hassasiyetlerin halâ var olduğunu göstermesi açısından sevindirici bir örnektir… O pastahane yetkilisinin de güzel bir ders aldığına ve uzun uzun düşündüğüne yürekten inanmak istiyorum…
Saygı, sevgi, hoşgörü ve çağcıl eğitimin nitelikli sanat ile sanatçılar ile bütünleşeceği zamanlara; öyle bir Türkiye Cumhuriyeti’ne en kısa sürede sağlık, huzur ile erişebilmek dileği ve umuduyla; notalar dolusu, sanat dolusu saygı, sevgi ve selâmlar…