TÜRK İLKÖĞRETİM OKULLARINDA ZİLLER KİMİN İÇİN ÇALIYOR?!*
Alp Özeren
Müzik Eğitimcisi-İstanbul
* Cumhuriyetimizin 80. Yılında Müzik
Sempozyumu, 30-31 Ekim 2003,
İnönü Üniversitesi, Malatya
Bildiriler,s.258-263.
Sizlere, çoğumuzun okullarda derse giriş-çıkış zili olarak aşina olduğu, “Fur Elise” ve “9. Senfoni” melodilerini dinleterek söze başlamak istiyorum ( 1 ). Her iki melodi de tartışılamayacak kadar kaliteli ve üstün bir müzikaliteye sahiptir düşüncesinde buluştuğumuzu sanıyorum. Şimdi bir an için; bir insanın sabah kahvaltısında, öğle yemeğinde, akşam yemeğinde yıllar boyunca sürekli olarak tek bir gıda ile beslendiğini; örneğin sürekli olarak çok kaliteli bir peynir yediğini düşünelim. Bütün öğünlerde ( ne kadar kaliteli olursa olsun!.. ) sürekli ve sadece peynir yemeye hangimiz ne kadar dayanabiliriz acaba?!.Oysa çevremize şöyle bir kulak kabartacak olursak; çoğu okulda 8 yıl boyunca sürekli olarak tek bir melodinin çocuklara, öğretmenlere ve çevreye bilerek ya da çoğu zaman farkında bile olmadan dinletildiğini duyabiliriz ( 2 ).Örneğin günde 6 saat ders gören ( etüdleri de saymıyoruz… )bir ilköğretim öğrencisi; 8 yıl boyunca, tatil v.b. günler düşüldüğünde, yaklaşık olarak 16 bin kez aynı melodiyi (HER SEFERİNDE YAKLAŞIK 10 SANİYE… ) dinlemek zorunda kalmaktadır.Eğer gerçekten, “Müzik ruhun gıdası” ise, bu durumda, ülkenin geleceğinin teminatı olan küçüklerimiz için bir tür RUHSAL GIDA ZEHİRLENMESİ kaçınılmaz olacaktır.
Bir Kasıt Söz Konusu Olabilir mi?
Unutmamalıyız ki; Atatürk, her vesileyle “dahili bedhahlar” yani ülkeyi içerden çökertmek isteyecek ve buna alet olacak olanlardan söz etmiş ve bu gibilere karşı, gelecek nesilleri adeta altını çizerek uyarmıştır. Bu noktada; insanlarımızın çeşitli nedenlerle, düzenli olarak gazete dahi okumadıkları ( 3 ) bir toplumda; biri konservatuar diğeri iletişim fakültesi olmak üzere iki lisans, bir yüksek lisans tamamlamış ve Türk Müziği alanında Sanatta Yeterlik tamamlamak üzere olan bir müzik öğretmeni iken; müzik ile uğraşmak, yazmak v.b. için 24 saat yetmezken bir başka deyişle yaklaşık 20 yıldır müzikle yatıp müzikle kalkarken ve son derece kültürlü bir ortamda yaşar iken, okullarda tek tip melodiye mahkum oluşumuzu, ancak 37 yaşımda farkedebilmemin tüm sorumluluğunu kendimde aramamam gerektiğini düşünüyorum. “Kasıt var mı?” sorusuna gelince; kasıt olmasa bile; öyle ihmaller vardır ki; ihmal olduğunu bilirsiniz ancak kasıtlıymışcasına öfkelenmekten kendinizi alamazsınız. Örneğin; çocuğunun ehliyeti dahi yokken araba verip onu gezmeye gönderen bir anne-baba, o çocuk suçsuz birilerini ezdiğinde yalnızca ihmalle mi suçlanabilir sizce?!. İçimden “okul zilleri” konusunda inşallah kasıt yoktur demek geliyor. Ancak yine de kasta varan bir ihmal söz konusudur diyorum. Buna en önemli dayanak ise; tek melodi çalınacaksa dahi bunun bir türkü ya da bize ait herhangi bir müzik eseri olmayışıdır.
Herkesin İlgisini Çeken Bir Fikir
“Ziller” konusundaki fikrime; ilk kez Kasım 2002’de Gazi Üniversitesi tarafından düzenlenen uluslararası “Avrupa’da ve Türk Cumhuriyetleri’nde Müzik Kültürü ve Eğitimi Kongresi”nde sunduğum “Müzik Toplumu Olabilmek” başlıklı bildirimde yer verdim. Bildirimi sunacağım günün sabahında dahi Ankara Öğretmenevi’nin yakınında bir okuldan gelen “Fur Elise” melodisi kulaklarımızı dolduruyordu. Müzik Öğretmeni olarak görev yaptığım okulun müdür yardımcısına; Malatya için hazırlamakta olduğum bildiri özetini gösterdiğimde, gözleri sevinçle parladı. Bu fikri, bağlı bulunduğu sendika aracılığıyla bakanlığa ileteceğini söyledi ve sanıyorum fikir bu yolla da bakanlığa ulaşmıştır.
Bu yıl Sanatta Yeterlik Eğitimim kapsamında; Sakarya Üniversitesi’ne bağlı Eğitim Fakültesi’nde görevli bir öğretim üyemize, ders esnasında bu fikirden söz ettim. Aradan yaklaşık iki ay geçtiğinde hala bu fikri övüyordu…Son olarak; Haziran 2003’de yönetim kuruluna ve genel sekreterliğine seçildiğim İ.T.Ü. Türk Müziği Devlet Konservatuarı Mezunlar Derneği’nde, başkanın; daha önce bir vesile ile dinlediği “ziller” fikrini, derneğimiz adına bakanlığa sunma önerisi beni hayli gururlandırdı.Kısacası görünen o ki; herkes, nasıl oldu da bunu daha önce düşünemedik duygusuna kapıldı. Ancak ben şimdi diyorum ki; eğer bu “ziller” konusu, ülkemiz üzerinde geliştirilen kültür emperyalizminin bir parçası ise;”düşünemedik” yerine “düşündürülmedik!..” demeli ve konuyu tüm detaylarıyla ele almalıyız. Ör neğin, Sevda Cenap And Vakfı’nca yayınlanan; Adnan Saygun’a ait “Atatürk ve Musıki” isimli eserin 33. sayfasında; Saygun’un “Atatürk, hiç şüphesiz, özellikle İstanbul’da saltanat çevresinde toplanmış bir {sözümona aydınlar} sürüsünce, sırf Türk olduğu için, yüzyıllar boyu aşağılana, horlana Türk olmanın gerçekten utanıla cak birşey olduğu kanısını, şehirler ile az çok ilişiği olmuş köylülerde bile uyandırabilmiş bir sakat anlayışı yoketmek ve Türk’ün kendi kişiliğine olması gereken güveni ve gururu bilinçli bir surette gönüllere yerleştirme savaşına girmiş bulunuyordu” şeklindeki görüşü, bana oldukça ilginç gelmektedir.
Bir Müzik Öğretmeni Olarak Bazı Gözlemlerim
Yaklaşık olarak 6 yıldır aktif müzik eğitimciliği yapmaktayım ve bu süre içinde anaokulundan üniversite seviyesine her yaş grubundan yüzlerce öğrencim olmasına karşın; bir kez dahi “Neden hep aynı zil melodisini dinliyoruz?” ya da “Neden kendi şarkı türkülerimiz okul zili olarak çalınmıyor?” şeklinde bir yakınma ile karşılaştığımı hatırlamıyorum… Öğrenciler zilleri çok beğendikleri için mi yakınmıyorlar yoksa böyle bir konuda söz haklarının olabileceğini akıllarından bile geçirmedikleri için mi yakınmıyorlar, bilemiyorum ancak şurası bir gerçek ki; çocuklarımızın büyük bir çoğunluğunun bilinçaltına; Türkülerimiz, okul zili olarak dahi çalınmaya değmeyecek kadar değersiz gibi bir duygu, günden güne kemikleşerek yerleşmekte ve bu da aklımıza, doğal olarak, Konfiçyus’un “Halk ezgileri kiminse memleket onundur.”( 4 ) ya da”Bir milleti tutsak etmek isterseniz, müziğini çürütün.“( 5 ) düşüncelerinin ardında yatan anlamları getirmektedir. Kısacası, çocuklar, 16 bin kez dinledikleri okul zili melodilerinin bir kısmı dahi kendi halk ezgilerinden oluşmadığı sürece; kendi kültürlerine yabancılaşmaktadırlar. Ülkemiz geleceği açısından en çok güvendiğimiz unsur olan genç nüfusun kendi kültürüne yabancılaşması ise direkt olarak ülke geleceğinin, varlığının tehlikeye düşmesi demektir. Keşke ülkemiz okullarında; tüm dünya ezgileri ve kendi ezgilerimiz dengeli biçimde okul zili olarak kullanılsaydı da biz şimdi çocuklarımıza; öz kültürümüze ait şarkı, türkülerin de en az o çok sevdikleri yabancı kökenli müzik eserleri kadar değerli olduklarını hissettirebilseydik. Ben bir müzik öğretmeni olarak durumun gerçekten vahim olduğunu hissediyorum. Kendi okulumda ve bazı arkadaşlarımın görev yaptıkları okullarda gerçekleştirdiğim küçük çaptaki anketler gösteriyor ki; yetişmekte olan taze beyinler, “sanatçı” dendiğinde yalnızca şarkı söyleyip danseden seksi bayanları düşünür hale gelmiş!..( 6 )Çocuklarımız, elbette, Madonna, Michael Jackson, Eminem, Jennifer Lopez, Mozart, Beethoven, Bach v.b. de dinleyeceklerdir ve dinlemelidirler. Ancak kendi kültürlerine ait olan müzik eserlerini de yeterince (en azından öz çalgıları olan bağlamayı aşağılamayacak kadar… ) dinlemeleri ve sindirmelerini sağlayacak ortamların da geliştirilmesi gerekir. Eğer gerçekten zengin bir halk kültürümüz olmasa; yıllardır uluslararası alanda elde ettiğimiz “halk dansları” başarılarını nasıl izah edebiliriz?!. Bu zengin halk kültürümüze çocuklarımıza tüm güzelliği ve yoğunluğuyla aktarabileceğimiz en uygun mekanlar okullar olup, konunun müzik boyutunu okul zilleri aracılığıyla kolayca hayata geçirebiliriz. Şu anda yüzeysel olarak değindiğim çözüm önerilerimi, sonuç ve öneriler bölümünde detaylandıracağım.
Bir Halkla İlişkiler Uzmanı Olarak Bazı Gözlemlerim
Az önce; çocukların, hep aynı zili dinlemeye tepkisiz kalışından söz etmiştim. Bu durumu Üstün Dökmen’in “İletişim Çatışmaları ve Empati” isimli eserinde yer alan “Osmanlı’da padişah kul iletişimi” bölümüyle( 7 ) izah edebiliriz. Çocuklarımıza; Atatürk’ün gösterdiği yolda, özgür ve çağdaş düşünmeyi aşılamaya çalışırken, okullarda sürekli aynı melodiyi dinletmek ( üstelik aksi çok kolay iken… ); elinizde sigara tüttürürken, çevrenizi sigara dumanı ile kirletirken, sigaranın zararlarını anlatmanız kadar inandırıcılıktan uzak bir durum ortaya koyacaktır. Kişisel görüşüm; çocuklarımızı ve büyüklerimizi, “çocuk yerine koymaya” onları kandırabildiğimizi zannetmeye son verdiğimiz zaman çağdaş uygarlık seviyesini gerçekten yakalamak yolunda önemli mesafeler katedebileceğimiz yönündedir.Sürekli olarak çocukların peşlerine takılıp, her an nitelikli müzikler dinletmek mümkün olamayacağına göre; öncelikli görev, hiç olmazsa evde bulundukları zamanlarda ailelere, okulda bulundukları zamanlarda da okul idareleri ve müzik öğretmenlerine düşmektedir. Çocuk, eğer sağlıksız müzik örneklerine tutkuyla bağlıysa; paniğe kapılmadan alternatifler sunarak, sempati yoluyla ikna edilmelidir. HİÇ MÜZİK EĞİTİMİ VE BİLGİSİ OLMAYANLARIN BİLE, SAĞLIKLI BİR ORTAMDA, ZORLAMA OLMADAN DİNLEDİKLERİ KALİTELİ MÜZİKLERİ BEĞENDİKLERİ VE KOLAYCA ALIŞTIKLARI DEFALARCA İSPATLANMIŞTIR. YANİ HERYERDE KARŞIMIZA ÇIKABİLEN ” Ne yapalım; Halk böyle istiyor ” CULAR, ASLINDA ORTAM YETERSİZLİKLERİNİ SÖMÜRMEKTEDİRLER!..
Kültürüne Sahip Çıkmanın Her Zaman Ödüllendirilişine Bir Örnek
Çok değil; bundan sadece 6 yıl önce 1997’de 7 Mayıs’ta yapılan Eurovision yarışmasında sessiz sedasız 3. olan, yani yıllarca çırpındığımız yarışmada Türkiye’ye o güne kadarki en iyi dereceyi getiren “Dinle” ( 8 ) isimli parçanın en önemli özelliği davul, bağlama ve ney kullanılarak yapılan aranjesiydi. Yani yıllardır Türk olduğumuz için bize puan vermiyorlar diye yakındığımız yarışmada en iyi dereceyi ( Üstelik bu derece sadece ülkemiz açısından değil genel anlamda da iyi bir derecedir. ) etnik enstrümanlarımızla, sansasyonsuz olarak katıldığımız zaman almamız bence; etik açıdan, Türk medyasının göklere çıkarması gereken bir haberdi. Ancak ne yazık ki, medyamız bu konuyu, hiç olmazsa hakettiği ölçüde gündeme getirmedi!.. ( 9 ) diye düşünüyorum ve bu konuda birşeyler söyleme gereği duyma nedenlerimi sıralamak istiyorum:
- I) İletişim Fakültesi, Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü diplomasına da sahip oluşum ve buna bağlı olarak; Türk medyasının, sıklıkla, gerçek sanatçıları bir yana bırakarak, sanat ve sanatçı ( özelde, müzik ve müzik sanatçıları ) kavramı konusunda toplum zihninde yanlış imaj oluşturması ailelerin de müzikle uğraşmak isteyen çocuklarına pek sıcak yaklaşmayışlarının getirdiği sonuçlardan duyduğum rahatsızlık.( 10 )
II)Bu yıl İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne sunduğum,”Müzik okullarında okuyan öğrencilere verilebilecek özel bir halkla ilişkiler eğitiminin içeriğini oluşturma amaçlı saha çalışması” başlıklı projemin onaylanması.Bu proje ile; müzik okullarında okuyan, potansiyel sanatçı, eğitimci, araştırmacı adayları olan öğrencilerin; daha öğrencilikleri aşamasında,bazı etik davranış kalıplarıyla donatılmasını ve medya mensubu/mensupları cahilce davransa bile sanatçıların onların topluma hatalı mesajlar vermesini önleyebilmelerini(olabildiğince)hedefliyorum.Bu bölümde vurgulamaya çaıştığım sorunların çözümü açısından da okul zillerini kullanabileceğimiz inancındayım.
Sonuç ve Öneriler
Çok az sayıda okul dışında; ilköğretim okullarımızda, okulda çalan zil melodisi ile ilgilenilmemekte ve görünen o ki kimse de rahatsızlık duymamaktadır. “Anlamak için Türk’ü, dinlemek gerek türkü.” ( 11 ) sözünden yola çıkacak olursak; bence Türk Halk Müziği’nin 80 yıl sonra hala hakettiği değeri bulmayışının ( 80 yıl sonra, ancak bu yıl yapılan “Malatya Arguvan Türkü Festivali” nin daha ilk Türkü Festivali oluşunu da buna bir kanıt olarak gösterebiliriz!..)( 12 ) ardında bile insanlarımızın bilerek ya da bilmeyerek kendi müzik kültüründen koparılması gerçeği yatmaktadır. M. K. Atatürk; ” Ulusal; ince duyguları anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak; onları bir gün önce, genel, son musıki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu güzeyde Türk ulusal musıkisi yükselebilir ve evrensel musıkide yerini alabilir.” ( 13 ) demiştir. Atatürk’ün sözünü ettiği çözüm; elbette, bilimsel derleme çalışmalarıyla gerçekleşebilecektir. Oysa bugün TRT repertuarına baktığımızda bile Türkiye’nin herhangi bir yöresinde varolandan daha az türkü yeraldığını görüyoruz. Kuşkusuz her millet için halk ezgileri en önemli kültür hazinelerinin başında yer almaktadır. Halk ezgilerinin en önemli vasıflarından biri de nesilden nesile aktarılmak olduğuna göre; biz 16 bin kere dinletilen okul zilinden bu amaçla da kolayca yararlanabiliriz.
Önerilerime gelince;
I) Bazı cep telefonu modellerinde olduğu gibi; melodi yazılabilen bir okul zili modeli geliştirilmelidir.
II) Kalabalık öğrenci gruplarıyla çoğu zaman haftada sadece 40 dakika birlikte olabilip, öğrencilerin en önemli ihtiyaçlarından olan “müzik zevki” eğitimini veremeyen müzik öğretmenleri; Türk ve dünya repertuarının en seçkin örneklerini belirleyerek ve bunları 16bin kez çalan okul zillerine göre programlayarak ders haricindeki zamanlar aracılığıyla, etkin biçimde verebileceklerdir.
III) Ülkemizin kaçamayacağımız bir gerçeği olarak; şu anda, tek bir enstrüman bile çalamayan çok sayıda müzik öğretmeni!.. ( 14 ) ne gelince; bu konuda, herhalde bu öğretmenlerimize birer müzik aleti ( hiç olmazsa elektronik org…) çalma konusunda, birtakım imkanlar sağlanacaktır.(15) Aksi takdirde; sırf asıl eğitimleri esnasında bazı arkadaşlara enstrüman çalma özelliği verilemediği için böyle bir projeye sırt çevrilmesi olsa olsa “pire için yorgan yakmak” olarak adlandırılabilir.
IV) Milli Eğitim Bakanlığımız bünyesinde oluşturulacak müzik uzmanlarından müteşekkil akademik bir kurul; Türkiye’deki müzik öğretmenlerinin repertuar önerilerini de dikkate alarak, “zil repertuarı”na son şeklini verecek ve böylece; bazı okul idarecilerinin, bilim dışı bir şekilde; müzik öğretmenine şahsi melodi isteklerini dayatması önlenecektir.
V) Repertuar oluşturulurken; dar ve geniş anlamda yöresellik dikkate alınacaktır. Yani okulun bulunduğu yörenin ezgileri v.b. unsurlar; o okulda daha ağırlıklı olabilecektir. Ancak bu yöresellik hiçbir zaman Türk ve dünya kültüründen kopukluk boyutunda olmayacaktır.
VI) Müzik öğretmenleri; okullarında, öğrencileri hatta diğer eğitimci ve velileri de, çalan ziller konusunda sürekli olarak bilgilendireceklerdir. Böylece, örneğin Eminem dinleyen bir çocuk aynı ilgi ve saygıyı Aşık Veysel’e, Dede Efendi’ye, Mozart’a v.b. de gösterir hale gelebilecektir.
VII) Oluşturulacak olan zil mekanizmasında birden fazla enstrüman sesine yer vermek mümkün olduğu takdirde; bu da bir müzik eğitimi unsuru olarak işe yarayacaktır.
VIII) Bu projede, konu; dönüp dolaşıp okullarda müzik derslerini veren öğretmenlerin zillere melodi yazmayı başarıp başaramayacaklarında düğümlenecek gibi görünmektedir.Bu konuda da bilgisayardan hazır melodi yükleme gibi teknolojiye dayalı bir çözüm akla gelebileceği gibi; herhalde iller bazında, müzik öğretmenlerine zil yazım seminerleri düzenlenmesi de, projenin yararı düşünüldüğünde büyük bir yük olmayacaktır. Kaldı ki bir müzik öğretmeninin bir zile melodi yazamaması; bir taksi sürücüsünün araba kullanamaması kadar komik, kabullenilemez ve üzücü bir durumdur. Eğer varsa ( ki çok var…) bu durumun zaten en kısa sürede, benim projem söz konusu olmasa bile çözülmesi gerekir. Aksi, büyük bir bilimsel ayıp olacaktır.
BİZ MÜZİK EĞİTİMCİLERİ; YALNIZCA YAKINIP ÇÖZÜME YÖNELİK PROJELER ÜRETMEDİKÇE, ÜLKEMİZİN “MÜZİK TOPLUMU” OLABİLME AMACINA GİDEN YOLDA BOŞA GEÇİRİLEN HER GÜN, HERKESTEN ÇOK BİZİM OMUZLARIMIZDA AĞIRLAŞAN BİR YÜK OLACAK VE ATATÜRK’ÜN EMANETİNE YÖNELİK TEHDİTLER GÜNDEN GÜNE ARTACAKTIR…
Bu noktada; Cemal Yurga’nın “20. Yüzyılda Türkiye’de Popüler Müzikler” isimli çalışmasının arka kapağında yer alan son cümleye özellikle dikkat çekmek istiyorum: “Müzik ile ilgili sorunlara öncelikle müzikçilerin el atması gereklidir.”( 16 ) Geride kalan seksen yılın büyük bölümünde, belki de akademisyen müzikçilerin azlığından dolayı; müzik ile ilgili sorunlar, “müzikçi” olmayanlar tarafından ele alındığı için bugün hala “Türk Müzikçi, Batı Müzikçi” gibi Atatürk’ün de kemiklerini sızlatacak türden anlamsız bir tartışmayı dahi aşamamış durumdayız. “Müzikçi” terimi, özellikle ilköğretim okullarında müzik öğretmenlerine bir hitap şekli olarak yerleşmiş olup; bildirim süresince asıl vurgulamaya çalıştığım çağrı ile birebir örtüşmektedir. “Okul Zilleri” konusunda en büyük duyarlılığı ilköğretim okullarımızda fedakarca görev yapan “müzikçi”ler gösterebilirse, önemli mesafeler katedilebileceğine inanıyorum. Bir müzik eğitimcisi, akademisyen bir “müzikçi” olarak; bu önemli sempozyumda emeği geçenlere ve beni dinleme nezaketini gösteren dinleyicilere teşekkür ediyor; saygılarımı sunuyorum.
NOTLAR
1) Fur Elise ve 9. Senfoni melodilerinin çok kısa olarak dinletilmesi
2) Çeşitli okullarda çalınan okul zili melodilerinin dinletilmesi
3) Capital Dergisi, Türkiye Profili, Nisan sayısı eki, s. 39, İstanbul, 1999,
4) Bayram Bilge TOKEL, Bağımıza Gazel Düştü, Akçağ Yayınları,Ankara,2002
5) Nüvit OSMAY, Düşünce Atlası, Çark Kitabevi Yayınları, Ankara, 1994
6) Alp ÖZEREN’in kişisel anket çalışmaları, İstanbul, 2003
7) Üstün DÖKMEN, Sanatta ve Günlük Yaşamda, İletişim Çatışmaları ve Empati, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1994
8) Beste: Levent ÇOKER; Söz: Mehtap ALNITEMİZ; Solist: Şebnem PAKE Kaynak: TOKEL, aynı eser, s. 51
9) Bazı gazete ve dergi haberleri;bu kanıyı güçlendirmek amacıyla sunulacaktır
10)BoyutYayınGrubu,MüzikliDünyaAtlası(MultimedyaAnsiklopedi), Türkiye Bölümü, Türkiye ve Müzik sayfası, s. 390, İstanbul, 1998
11) 1970, 1975,1977, 1981 yıllarında İstanbul’da basılmış olan Şemsi YASTIMAN’a ait çeşitli eserlerde, bu söz, “Türkü anlamak için türkü dinlemek gerek” şeklinde verilmiş ve Şemsi Yastıman’a ait olduğu belirtilmiştir.2003 yılında İTÜ, Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda Sanatta Yeterlik kapsamında, THM Analizi dersinde ise Öğr. Gör. Cihangir TERZİ tarafından, sözün, metindeki biçimiyle ve Kastamonu’lu Aşık Yorgansız Hakkı Çavuş’a ait olduğu belirtilmiştir.
12) Milliyet Gazetesi, gazete haberi, Malatya-DHA, 06.07.2003
13) Refik Ünal, Atatürk’ün Sevdiği Türküler, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Cumhuriyet’in 50 Yıldönümü Yayınları, Önsöz, Ankara, 1973
14) Yalnızca kendi çevremde en az onbeş kişi tanıyorum!..
15) Örneğin Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde, lisans eğitimi esnasında, “Elektronik Org” dersleri verilmektedir.
16) Cemal YURGA, 20. Yüzyılda Türkiye’de Popüler Müzikler, Pegem Yayıncılık, Malatya, 2002