MÜZİKritik / Ağustos 2012
ELEŞTİREL VE TOPLUMSAL MÜZİK YAZILARI
Müzik İçeri; Gürültü Dışarı…
…’İlk bina’ya sahip çıkabilmek…
…Ağır bir konu; derin bir nefes; ve başlıyorum… Konumuz; İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nın, şu anda özel bir moda akademisi tarafından kullanılmakta olan, Nişantaşı’ndaki ilk binası… Bina; İstanbul’un pek çok yerindeki pek çok bina gibi, herhangi bir bina değil. Şu anda binayı kullanmakta olan moda akademisinin internet sitesinde yer almakta olan tarihçenin fotoğrafını paylaşarak başlamak istiyorum yazıma:
İstanbul Moda Akademisi’nin internet sitesinde yer alan binanın tarihçesi…
Binanın şu anki kullanımı ve kullananlar da elbette çok değerli ve önemlidir. Ancak; İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nın Türkiye Cumhuriyeti Kültür Sanat tarihi bağlamındaki yeri ve önemi gözönüne alındığında, bina, bugün, konservatuar olarak değilse dahi bir Türk Musikisi Müzesi olarak varlığını sürdürmeliydi düşüncesini taşımaktayım. Bir moda okulu, herhangi bir yerde açılabilir, faaliyet gösterebilir. Ancak; İTÜ-TMDK Türkiye Cumhuriyeti’nin, üniversite lisans statüsündeki ilk resmi Türk Musikisi eğitim kurumu olduğu için, tarihsel sorumluluk ve kültürel miras başlıkları altında, binanın da o ve benzeri bir içerikte muhafaza edilmesi gerekirdi bence. Yazımda da; aklım erdiğince, elimden geldiğince, bu düşüncemi açıklamaya, detaylandırmaya çalışacağım. Bu düşüncenin zihnimde belirginleşmesini sağlayan iki anekdotu paylaşarak başlayayım. İlk anekdot, geçen kış aylarına ait. Söz konusu binanın önünden, Annem (Meral ÖZEREN YÜCEORAL) ve kendisinin çocukluk arkadaşı Jülide Teyze (EĞİLMEZ EVRENOS) ile geçerken; bana, binanın en alt katının kendi okumuş oldukları Nişantaşı Kız Meslek Enstitüsü’nün yemekhanesi olduğunu söylediklerinde, zihnimde, geçmişten kopmamak ve mutlaka geçmişe sahip çıkabilmek adına, bu binanın bir gün yeniden ve mutlaka Türk Musikisi başlığı altında bir hüviyete kavuşması düşüncesi netleşti.
Meral ÖZEREN (YÜCEORAL) Jülide EĞİLMEZ (EVRENOS)
İki sınıf arkadaşı; Nişantaşı Kız Meslek Enstitüsü binasının bugünkü hali önünde
Daha sonra; ilerleyen zamanlarda, İTÜ-TMDK’nin en değerli ve önemli mezunlarından keman üstadı Sayın Şeref GÜLSÜN’ün facebook’ta, bu bina ile ilgili bir yazısının altına bu düşüncemi yorum olarak yazdım ve okulumuzun kurucusu, sürdürücüsü konumundaki birbirinden güçlü, değerli kişilerin bu binayı sahiplenme konusunda ellerinden gelen tüm gayreti göstermelerinin önemini vurgulamaya çalıştım. O yorumumun; Türk Musikisi’nin saygınlığı ve yaygınlığı anlamında uzun yıllardır olağanüstü gayretler sarfetmekte olan saygıdeğer eğitim, bilim, kültür, sanat insanı Osman SİMAV Ağabeyim ve Şeref GÜLSÜN Hocam tarafından da beğenilmiş olması, düşüncemi çok daha güçlendirdi. Bu noktada; ilk konservatuarın, o ilk binasının, camiamızda sembolleşmiş, yalnızca resimde yer alanlar ve onların yakınları için değil, akıl ve gönül gözüyle bakabilen, görebilen herkes için çok özel değeri olan, bir güzel resmini de yazı vesilesiyle paylaşmak isterim.
Bu binadan hareket ile; biraz keyifli daha çok da hüzünlü bir başka anekdotu paylaşmak isterim. Lise eğitimimi, Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi’nde tamamladım. Lisede; iki kardeş müzisyen olan Adan ALKAN ve Fatih ALKAN ile ilk ciddi müzik çalışmalarımıza, müzik öğretmenimiz Civan AY (ÖZTÜRK) yönetiminde başlamıştık. Adnan’ın lise son sınıfta, oldukça çok sayıda zayıf notu var idi. Bu arada, babası ile bir iddiaya girmişlerdi. Babası; liseyi zamanında bitirip bir üniversiteyi kazandığı takdirde kendisine güzel bir ses tesisatı alacağına söz vermişti. Sevgili dostum Adnan da müzik aşkı ile ve bu iddianın motivasyonu ile liseyi zamanında bitirmekle kalmamış bir de uyanıklık yaparak, puanı hayli düşük bir yeri listesine yazmış, kazanmış ve tesisata kavuşmuştu. 1980 lerin ortalarında, yanılmıyorsam 1985 yılında; her iki kardeş de bu binada sınava girmiş ve bu okulda okumaya hak kazanmışlardı. Bir yıl sonra ise; barınma, ulaşım vb. konularda yaşadıkları maddi sıkıntı nedeniyle okulu bırakmak zorunda kaldıklarını öğrendiğimde hissettiğim üzüntüyü, çaresizliği bugün gibi anımsıyorum. Bu örneği paylaşma nedenim; bugün, bu binaya sahip çıkması gereken kişi ve kurumlarca gereğince sahip çıkılmamış ve çıkılmamakta olunuş ile bu son derece yetenekli iki kardeşin bu konservatuardaki eğitimlerini sürdürebilmeleri için ilgili ve yetkili birileri tarafından gereğince sahip çıkılmamış olunması arasında güçlü bir bağlantı kurmamdır.
Okulun kurucu kadrosuna ve bugün üzerinde söz sahibi olan kadrosuna; onlarca yılın ardından oluşan mezunlar ordusuna bakıldığında, neredeyse her biri, Türkiye Cumhuriyeti kültür, sanat, hukuk, politika vb. alanlarında etkin ve söz sahibi bireyler olmalarına karşın, bugüne kadar bir araya gelerek bu binanın bir TÜRK MUSİKİSİ MÜZESİ’ne dönüşebilmesini gerçekleştirmemiş olmaları hayli düşündürücü ve üzücüdür. Üstelik, bina, uzun yıllardır, belediyecilik konusunda Türkiye’deki en iddialı belediyelerden birinin sınırları içinde iken… Hatta kanımca; yalnızca, 2009 yılında TBMM Üstün Hizmet Ödülü’nü de almış bulunan Prof. Dr. Nevzad ATLIĞ ve rahmetli Yılmaz ÖZTUNA; 2010 yılında aynı ödülü almış bulunan Prof. Dr. Alâeddin YAVAŞÇA, prestijlerini bu konuya kanalize etmiş olsalar ve Süleyman DEMİREL vb. kişilerin desteğini de kullanmış olsalardı, bugün o bina yangının ardından (yangının sebeplerine; o yangında boşu boşuna yitip giden dökümanlar vb. konularına şimdilik girmiyorum dahi) yine İTÜ-TMDK de olabilir ya da bir Türk Musikisi Müzesi olabilirdi. Bu binanın, şu anda herhangi bir özel moda okulunun emrinde olması, kasıt veya bir takım rantlar içermiyorsa yani bir kasıt yoksa dahi kasta varan ihmâller olduğu çok açıktır. Bu konuda; yaklaşık altı yıl süresince İTÜ-TMDK Mezunları Derneği Başkanlığı yapmış bir mezun olarak şahsım da dahil olmak üzere, özellikle de o binadan mezun olmuş olanların bir araya gelerek bu konuyu TMDK lehine sonuçlandırmamış, bu konuyu etkin biçimde gündeme getirmemiş olmamızı büyük bir ihmâl ve öğrenilmiş çaresizlik olarak yorumluyorum. Sonuçta; kendi memleketinde TÜRK MUSİKİSİ DEVLET KONSERVATUARI kurulur iken, bu toprakların vatandaşı olup bu topraklarda ekmek yiyen, bu topraklarda tanınan bazı üst düzey müzikçilerin BU OKULUN KURULUŞU İLE İRTİCA ARASINDA BAĞLANTI KURULUŞU önyargısı dahi bertaraf edilebilmiş iken, binanın, bugün en azından konservatuarın yönetim binası olarak dahi tahsis edilmemesi hayli ilginç bir ihmâldir… Yakın zamanda; Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Balmumcu Kampüsü’nde yer alan Sanat ve Tasarım Fakültesi’nin, sanat için son derece elverişli ortamından adeta koparılarak Davutpaşa’ya taş yığınları arasına hapsedilişi gibi, yakında İTÜ-TMDK’nin şu anda bulunduğu bu ilk binaya da hayli yakın olan kampüsü de koparılarak, Maslak’ta iş merkezleri ortasına, sanat için hiç de sağlıklı olmayan bir başka taş yığını ortasına gönderilmez umarım. Ne de olsa; konservatuarın şu anda bulunduğu yer, Türkiye Cumhuriyeti’nin en değerli arazilerinden birisi… Daire fiyatlarının bir milyon dolar olduğu falan söyleniyor. Böyle değerli bir arazide ne işi var konservatuarın falan değil mi??? Orada, bir sanat okulu yerine şöyle yüksek yüksek siteler, taş yığınları olsa; doymayan birileri daha da çok paralar kazansa değil mi??? Umarım öyle olmaz… İTÜ-TMDK’deki, lisanstan doktoraya uzanan yaklaşık 17 yıllık öğrenciliğimin öncesinde, Marmara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu’nu (Şimdiki Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi) tamamlamıştım. Okulumuz, Dolapdere’de garajdan bozma, berbat ötesi bir binada idi. Ama; insan sıcağı vardı, ruh vardı orada. 12 Eylül etkilerinin henüz sürdüğü günlerde, o binada yetişen öğrencilerin çoğu bugün, Türkiye Cumhuriyeti Medyası’na yön veren kişiler. Medya ve iletişim dışında da çok önemli yapılanmalara kaynak olmuştu o bina. En belirgin örnek olarak; Grup Yorum’un o binanın kantininde kuruluşu verilebilir. Bugün o bina da kaderine terk edilmiş, unutulmaya yüz tutmuş, kentsel dönüşüm denen şeyden nasibini alacağı günü bekler durumda… O bina da, Türk Basın Tarihi için, tarihi bir önem taşımakta aslında. Gazeteciler Cemiyeti vb. kuruluşlar da o binayı sahiplenmeliydiler bugüne kadar, bence…
Marmara Basın-Yayın Yüksekokulu binası – 2012
İTÜ-TMDK’nin ilk binasına dönecek olursak; yazımın başlarında belirttiğim gibi; şu anda orada faaliyet gösteren saygıdeğer moda akademisinin orada olmasının büyük bir manevi anlamı bulunmamaktadır; yani başka bir binada da faaliyet gösterebilir. Öte yandan İTÜ-TMDK, Türkiye Cumhuriyeti Kültür Sanat Tarihi için çok büyük bir anlam, önem ve değer taşımaktadır. İlçenin şu anki Belediye Başkanı Mustafa SARIGÜL de gereğince ağırlığını koymuş olsa, o binanın yeniden İTÜ-TMDK yönetimine tahsis edilebileceğine ya da bir Türk Musikisi Müzesi’ne dönüşebileceğine eminim; yeter ki istensin, niyet edilsin… Elbette, bu tip öneriler ticareti, aşırı para kazanma hırsını her şeyden üstün tutanların hoşuna gitmeyecektir. O noktada; ben de, yıllardır her fırsatta dile getirdiğim kişisel sloganımı, bir kez daha paylaşmak isterim: ÖNCE EĞİTİM, SONRA TİCARET… Sözlerim; elbette, ticaret yaparken etik değerleri ve sosyâl sorumluluk olgusunu dışlamayan kişi ve kurumlara değildir…
Sürç-ü lisan etti isem affola… Saygı, sevgi, hoşgörü ve çağcıl eğitimin; vefanın, sosyâl sorumluluğun, etik değerlerin, aşırı para kazanma hırsı başta olmak üzere her türlü açgözlülükten, saygısızlıktan, sevgisizlikten, vefasızlıktan üstün olacağı günlere sağlık ve huzur ile erişebilmek dileği ve umuduyla; notalar dolusu saygı, sevgi ve selâmlar.