MÜZİKritik /Temmuz 2011
ELEŞTİREL VE TOPLUMSAL MÜZİK YAZILARI
Müzik İçeri; Gürültü Dışarı…..
… Kadıköy’den Üsküdar’a giden sarı dolmuştayım ve orta sırada oturuyorum. Arka koltukta, sol köşede de bir bey; araçtaki herkesin duyabileceği bir ses tonu ile bir telefon görüşmesi yapmakta ve Üsküdar’a neden gittiğini anlatmakta. Kendisinin; araçtakileri rahatsız edip etmediğini düşünmeden yaptığı görüşmenin içeriği de, yaklaşık olarak şöyle: “ …Kızcağız, yaşlı adamı düştüğü yerden kaldırıp ilk müdaheleyi ve bakımını yapmış. Yaşlı adam da, ertesi gün, ayağa kalkar kalkmaz; ilk iş olarak, kızı yüklü miktarda parasını çalmakla suçlayarak savcılığa müracaat etmiş… Kızı, şikâyet üzerine gözaltına almışlar…” Adamın buraya kadar dile getirdikleri, sıkça rastlanabilecek, “münferit” olarak nitenebilecek şeyler olmakla birlikte; konuşmasının devamında, Üsküdar’a gidiş nedenini açıklayışı ise, bana göre, “TOPLUM OLARAK GELDİĞİMİZ VAHİM NOKTA”yı, deyim yerindeyse “ZURNANIN ZART DEDİĞİ YER”i örnekler içerikte: “…Karakolu, hakimi, savcıyı bağlayarak kızcağızı kurtardığım için; kızcağız bana teşekkür edecek. Şimdi, onun için Üsküdar’a gidiyorum…” Bu son bölüm; neresinden tutsak elimizde kalacak derecede “vahim” bir bölüm. Herşeyden önce, bu şahsın, her kim olursa olsun; bir toplu taşıma aracında, herkesin duyabileceği rahatlıkta ( hatta duymak istemeyenlerin dahi istemese de kulak misafiri olacağı bir gürlükte ) böyle bir konuşma yapmaya cüret edebilmesi / patavatsızlaşması; konuşmasının aslında çok ağır suç teşkil ediyor olmasına aldırmaması, toplum olarak geldiğimiz “ORMANLAŞMA” düzeyi hakkında acı ve ürkütücü bir ipucu sunmaktadır ne yazık ki!.. Bu düşündürücü anektodun müzik ile ilgisi nedir denecek olursa; ona da, biraz esprili şekilde, İsmet İNÖNÜ’ye atfedilen bir anektod ile yanıt verebilirim. Zamanında; kendisine, “Efendim; konuşmalarınızda biraz da “Allah”tan söz etseniz de oy oranımız artsa” dendiğinde, “…Konuşmamın bitiminde; Allahaısmarladık dedim ya…” şeklindeki hazırcevaplığı çoğumuzun bilgisi dahilindedir sanırım. Bu esprili anektoddan hareket ile; kendi paylaştığım anektodun müzik ile ilgisini de “ZURNANIN ZART DEDİĞİ YER” ifadesi ile örtüştürebilirim sanırım… Aslında; üzülerek kulak misafiri olduğum bu patavatsız konuşma ( en az bu konuşma kadar; araçta bulunan diğer “aklıbaşında” gibi görünen şahısların umursamazlığı, “aman bulaşmayayım” hali tavrı da, “öğrenilmiş çaresizlik” bağlamında, ciddi bir inceleme konusu olmalıdır elbette… ), bana ilk anda, rahmetli Barış MANÇO’nun, şarkılarındaki “halka yakın”, “günlük konuşma dilinden” alınmış sözlerinin kaynağı olarak, gün boyunca cebinde küçük bir kayıt cihazı ile dolaşması ve bu konuşmaları deşifre ederken o kayıtlarda yer alan belirgin sözleri değerlendirişini göstermesini çağrıştırdı ilk anda. Belki de; hepimiz, gün içinde etrafımızda konuşulanlara daha fazla dikkat vermeli / kulak kabartmalıyız objektif biçimde. O zaman; birbirimizi daha fazla anlayabilir ve daha yüksek bir empati seviyesine de erişebiliriz belki kimbilir?..
Bir başka ( ve de müzik ile daha yakından ilgili… ) konuya daha değinmek istiyorum izninizle. Sürekli okuyanlarımız anımsayacaklardır; 39. Sayımızda, “ UMUT KİM (LER) İN UMURUNDA? “ başlıklı bir yazım yer almıştı. O yazımda; Umut isimli bir “Roman” çocuğun, Kadıköy Bahariye Caddesi’nde yıllardır, “darbuka-mızıka” çalarak süregelen ekmek kazanma mücadelesi odaklı hususlara değinmiştim detaylarıyla. Şimdi; öncelikle, Ağustos 2011’de İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın, İstanbul ile buluşturacağı Simon Bolivar Orkestrası ile ilgili açıklamaya bir göz atalım ( kaynak: www.iksv.org ):
Venezüella Simon Bolivar Senfoni Orkestrası ilk kez İstanbul’da!
İKSV, tüm dünya için ilham verici bir örnek oluşturan El Sistema’nın kurucusu José Antonio Abreu ile dünyaca ünlü şef Gustavo Dudamel yönetimindeki Venezüella Simón Bolívar Senfoni Orkestrası’nı Ağustos ayında üç günlük etkinlikler serisiyle İstanbul’da ağırlamaya hazırlanıyor.
El Sistema’da yetişmiş, şimdiden efsaneye dönüşen genç ve yetenekli şef Gustavo Dudamel yönetimindeki Venezüella Simón Bolívar Senfoni Orkestrası iki özel konser için ilk defa İstanbul’a gelecek. Şef Gustavo Dudamel yönetimindeki Venezüella Simón Bolívar Senfoni Orkestrası, İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından 8 Ağustos Pazartesi ve 9 Ağustos Salı akşamları Haliç Kongre Merkezi’nde iki özel konser verecek.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı, iki konserin yan sıra orkestra üyeleriyle Türkiye’den öğrencileri bir araya getirecek provalar ile sistemin kurucusu José Antonio Abreu’nun katılımıyla bu modelin Türkiye’de nasıl uygulanabileceği üzerine paneller düzenlemeyi de planlıyor.
1975’ten bu yana, farklı politik görüşlerden 10 farklı yönetimin desteğini alarak bugünkü hayranlık uyandıran konumuna gelen El Sistema, devlet ve bağışçıların destekleriyle yaşatılıyor. Gençleri müzikle kucaklayan, yoksulluğun ve suçun dünyasından uzaklaştırarak onları üreten bireyler haline getiren El Sistema, bugün 280 müzik merkezinde 350.000 gence ulaşan, bünyesinde 150’yi aşkın gençlik, 70 çocuk ve 30 senfoni orkestrası barındıran geniş çaplı bir sosyal sistem. Önümüzdeki beş yıl içinde Venezüella’da bir milyon çocuğa ulaşmayı hedefliyor.
El Sistema’dan yetişen en yetkin müzisyenlerin bir araya geldiği Venezüella Simón Bolívar Senfoni Orkestrası, çalışmalarını günümüzün en parlak şeflerinden Gustavo Dudamel yönetiminde yürütüyor. Dünyanın en iyi ilk beş gençlik orkestraları arasında gösterilen ve en seçkin festivallerde ve salonlarda konserler veren bu orkestra, bu yaz Salzburg Festivali ve Londra BBC Proms’dan sonra İKSV’nin ev sahipliğinde iki özel konser için İstanbul’a gelecek.
Henüz 23 yaşındayken Gustav Mahler Uluslararası Orkestra Şefliği Yarışması’nı kazanıp tüm dikkatleri üzerine toplayan Gustavo Dudamel müzik yaşamına El Sistema’da keman öğrenerek başladı. Hem orkestrasına hem de dinleyicilere verdiği müthiş enerjisiyle Dudamel, günümüzün en başarılı şeflerinden biri olarak kabul ediliyor.
Böyle bir proje Türkiye’ye uyarlanmak istense ve “samimi” çaba harcansa; ilk değerlendirilmesi gerekenler, sürekli itilip kakılan, tartaklanan, hor görülen ve her biri doğuştan potansiyel suçluymuşcasına neredeyse herkes tarafından dışlanan ROMAN ÇOCUKLARI olmalıdır kuşkusuz. Çünkü; “suç”a da, “olağanüstü güzellikte ve yetkinlikte müzik yapmaya” da en yakın konumda onlar bulunmaktadır. “Aklıbaşında” tüm kişi ve kurumlar, öncelikle “roman çocukları”nı “müzik ve müzik eğitimi” aracılığıyla sosyalleştirmeyi akıl edebilir kuşkusuz. Hattâ; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Kadir TOPBAŞ’ın, henüz Beyoğlu Belediye Başkanı iken; ağırlıklı olarak “roman”ların yaşadığı Ömer Hayyam ve Hacı Hüsrev semtlerine, İstanbul Belediye Başkanı olunca, “roman”lara özel bir konservatuar kurma ( henüz tutmamış olduğu… ) sözü dahi bulunmaktadır…
Zaman zaman; TBMM’deki tartışmalarda dahi “çingene” olgusunun, bir hakaret / aşağılama unsuru olarak ortaya konuşunun, her şeyden önce İNSAN HAKLARINA AYKIRILIĞI apaçık ortada iken ve ülkemizdeki “Çingeneler” müziğe yönlendirilip suçtan uzaklaştırıldıkları takdirde; “toplumsal yaşam kalitesi”nin artışına dahi önemli katkı sağlanabilecekken, bunun henüz gerçekçi ve işlevsel düzeyde hayata geçirilmemiş olması ( …hayata geçirilmek bir yana; çok yakın geçmişte, doğuştan / genetik olarak müziğe üstün yetenekli romanların bir kısmının bazı giriş yetenek sınavlarında “sırf roman oldukları için” elenmeleri dahi; bunu yapanlar ve göz yumanlar için… ) “tarihsel ve insani bir ayıp ve utançtır”… Genel anlamda; Türkiye’de, günlük konuşmalarda dahi, neredeyse her fırsatta, “Çingenelik”in ayıp ve utanılacak bir şeymiş gibi sunulması ( bu konuda pek çok aklıbaşında?!? gibi görünen kişi ve kurumun dahi gereken özeni duyarlılığı göstermemeleri… ), “ÇİNGENE ÇALAR, KÜRT OYNAR” gibi seviyesizce / edepsizce hatta AHLÂKSIZCA deyimler, “toplumsal huzur ve barış” açısından da ciddi bir tehdit oluşturmakta değil midir sizce de?!?
Geçenlerde bir gece ( 2 Temmuz 2011 ), bisikletle Kadıköy Bağdat Caddesi’nde gezinirken, kulağıma bir darbuka sesi geldi. O kadar güzel ve “sağlam” idi ki; sesin geldiği yöne ilerledim. Bir kalabalık toplanmış ve ilköğretim sekizinci sınıfa gitmekte olan roman çocuğu İsmail’in ritm performansını adeta “soluklarını tutmuş” bir şekilde, büyük bir beğeni ile izliyorlardı. Tam o sırada ( yaklaşık olarak 23.15… ) resmi üniformalı bir polis memuru, İsmail’i darbukası ve toplamış olduğu yaklaşık 20-30 lirası ile birlikte alarak ( …İnsanların, hiçbir yakınmaları olmamasına ve “büyük suç”u darbuka çalmak olan bir çocuğun bu şekilde “vatan kurtarır tavırlarla” götürülmesine yönelik tepkilere de “Bİ GİDİN İŞİNİZE YAA” gibi yanıtlar vererek… ) 92177 numaralı Kadıköy İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Aracı’na bindirdi. Ben de üzülerek; Kadıköy İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne yakın olan evime doğru bisiklet ile yola çıktım. Emniyet Müdürlüğü’ne yakın bir noktada, tesadüfen, İsmail’i, bu kez elinde darbukası olmadan ve ağlamaklı bir şekilde beklerken gördüm. Yanına yaklaşıp durumu sorduğumda, darbukası ve parası alıkonularak; birkaç da tokat atılarak serbest bırakıldığını söyledi ( para ve tokat kısmını bilemem ancak, darbukasının yanında olmadığını bizzat gördüm… ). Daha önce; Umut’un darbukasını, Kadıköy Belediyesi zabıta görevlilerinden rica minnet?!? ( …onların bazılarının tavırları karşısında da ağır bir suçlu gibi hissederek!.. ) ile birkaç kez geri istemiş bir müzik öğretmeni olarak, YORUMU SİZE BIRAKIYORUM… Şimdi ben ne mi yapacağım??? Öncelikle; İsmail ve onun ilköğretim okulundaki müzik öğretmeni ile görüşeceğim. Çünkü; hayatımda dinlediğim en mükemmel darbuka sololarından birini icra etti bu çocuk. İş işten geçmeden; devlet destekli bir müzik eğitimi alması gereken bir çocuk olduğuna inanıyorum… Sonra; en kısa sürede, Kadıköy İlçe Emniyet Müdürü’nü bir “müzik öğretmeni” olarak ziyaret edip, genç ve aşırı heyecanlı bazı memur arkadaşların, “toplum psikolojisini hiçe sayan” tutumları ile, kurum adına kamuoyunda yaratmış oldukları olumsuz “imaj”ın ne denli tehlikeli ve gereksiz olduğunu “aklım erdiğince / dilim döndüğünce”, bir halkla ilişkiler uzmanı olarak paylaşacağım. Ve hatta; Kadıköy İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün, o memur arkadaşları “SİMON BOLİVAR ORKESTRASI” konserine göndermeleri ve o arkadaşların, “suça eğilimli gençlerin, çocukların” müzik aracılığıyla topluma kazandırıldığında ortaya çıkan neticeleri bizzat görüp duymaları için ısrar edeceğim… Özellikle ülkemizdeki roman çocukları; müziksel anlamda, topluma hazır sunulan birer “ORKİDE” gibidirler. Temel ihtiyaç ise; bu değerli çiçeğin bakımının GEREĞİNCE VE ZAMANINDA yapılmasıdır… Bu yapılmazsa; neler kaybettiğimizi fark etmeyiz dahi ( bugüne kadar olduğu gibi… ). Ama yapılırsa; karşılaşacağımız “olumlu değişimler” olağanüstü güzellikler sunabilecektir toplumsal yaşantımıza…
Karmakarışık gibi görünse de; akıl ve duygu işbirliğinde değerlendirildiği zaman, kalıcı çözümler üretilebileceği anlaşılan nice konular var karşımızda…
Genel anlamda sanat ve özel anlamda müzik; “TOPLUMSAL YAŞAM KALİTESİ”nin sürdürülebilir biçimde arttırılması için işlevsel olarak kullanılabilir ve gerek TÜRKLERDE gerekse DÜNYA’da bu yöndeki kullanımın sayısız örnekleri ( müzik ile tedavi başta olmak üzere… ) mevcuttur…
HEP BİRLİKTE, SAĞLIKLI / HUZURLU; “TOPLUMSAL YAŞAM KALİTESİ”NİN ÇOK YÜKSEK OLDUĞU; “ÖNCE EĞİTİM SONRA TİCARET” / “ÖNCE SANAT SONRA TİCARET” YAKLAŞIMLARININ GEREĞİNCE HAYAT BULABİLDİĞİ; SAYGI, SEVGİ HOŞGÖRÜ VE ÇAĞCIL EĞİTİMİN NİTELİKLİ SANAT İLE “gerçekten” BULUŞACAĞI GÜNLERE; AKIL SAĞLIĞIMIZI YİTİRMEDEN ERİŞEBİLMEMİZİ DİLİYORUM. Notalar dolusu saygı, sevgi ve selâmlar…